24 Ekim 2011 Pazartesi

California'dan Virginia'ya - 1

Niyetim hergun yazmakti gezdigimiz yerleri, gorduklerimizi, gulduklerimizi, yediklerimizi. Ama oyle guzeldi ki her an, yazmak icin bile olsa, gozlerimi bir an yoldan ayiramadim.

Pazar sabahi vardik San Francisco'ya. Piril piril gunesli bir hava karsiladi bizi. Carsamba aksami cikmayi planladigimiz "bir uctan bir uca arabayla Amerika" gezimiz icin kiralik araba arastirmamizi da ucaktan iner inmez havaalaninda baslattik, bu sebeple otelimize girisimiz neredeyse ogleni buldu. Hep yaptigimiz gibi acil durum haritasi cikarttiktan sonra (yani sabah kahvaltisi nerede, havuz ne tarafta ve kaca kadar acik, kola ve su alabilecegimiz "vending machine" yakin mi ve bozuk paramiz var mi, vs.) hemen kendimizi disari attik. Virginia'nin buz gibi havasi oyle etki altina almis ki, daha besinci dakikada San Francisco havasina gore fazla giyindigimi farkettim. Ama hic onemi yoktu. Hizli adimlarla 1-2 mil uzaklikta oldugu vaadedilen metro istasyonuna dogru yuruyorduk. Metro ile sehir merkesine indik, Financial District'i gezdik, Ozbek bir bufeden doner ve falafel yedik. Yuruyerek Cin ve Italyan mahallelerini gezdik, Coit Tower'a ciktik, sonra Russian Hill'e ciktik diyecegim ama dogrusu benimki daha cok tirmanisti, neredeyse emekleme pozisyonunda, bu nasil yokus yarabbim! San Francisco'nun ne kadar inisli cikisli oldugunu nefes nefese kalarak farkettik her yokus cikisinda, ve ne denli Istanbul'u hatirlattigini soyledik her manzarada. Burada Alcatraz varsa, orada da Imrali var diyerek, Maritime denen koya inip ayaklarimizi suya, buz gibi oldugunu eklemeliyim, soktuk. Oradan otobusle Golden Gate koprusune gidip, gitmekle de kalmayip, kopruyu yurumeye de kalkistik, her adimda bir fotograf cektigimiz icin hizimiz da kaplumbagalara esti. Koprunun karsi ayaginin yayalara kapatildigini duydugumuz anda ben vizildayip mizildayarak o noktadan geri donmek icin Mekin'i ikna ettim, zira yorgunlugumu o anda hissediyorsam aksam halim niceydi. Fisherman's Wharf'ta, gozumuze kestirdigimiz bir balikcida fish n chips yiyip, otobus, metro, taksi araciligiyla otele donduk. Ertesi gun icin gomlek utulemem lazimdi, ama umurumda bile olmadi, giyecek donum bile olmasa bana o anda is yaptiracak guc, bende de is yapacak hal yoktu. Basimizi yastiga koydugumuz gibi uyuduk. Ruyamda bile Golden Gate'i gordum.


Sonraki uc gun calisarak ve aksamlari yine San Francisco'yu kesfe devam etmekle gecti. Her aksam otele, bu sehirde is bulmaliyim, burada yasamali diyerek dondum...

Carsamba aksami, yerimde duramiyordum, is guc bitmisti. Bu aksam bir uctan bir uca arabayla Amerika gezisi basliyordu. Ne kadar heyecanli oldugumu soylemis miydim?

Cok uzun zamandir gormedigim bir aile dostumuzun misafiri olmaya karar verdik o aksam, son bir kez daha balik ziyafetinin ardindan, arabayla, ne hasret kalmisiz meger, sehrin tabanvayla ulasamadigimiz koselerini gezdik. Bir ara Bebek'e indik sandim, tipatip aynisi, bogaziyla, manzarasi, evleri, yatlariyla.. Meger burasi Sausalito'ymus. Ve gece, dost elinde ve evinde, kahkahalar icinde, Berkeley'den muhtesem bir SF manzarasina karsi uyuduk. San Francisco'yla artik iyice laubali olmus, ona kisaca SF demekte, kendimize yeni bir yakinlik bulmustuk. Sabahleyin erkenden uyanip, sakir sakir yagan yagmura sasip ve hatta kizarken, kiraladigimiz arabamizi almak icin yine sehre indik. Allah'im araba ne harika birseydi, ve onsuz ayaciklarim ne cok yorulmus ve usumustu, ve ne cok planlama gerektiriyordu arabasizlik, meger her saat otobus olmuyormus, olmayinca insan caresiz cook yuruyormus.

Arabamiz kucucuktu, tertemizdi, beyaz renkte, mis gibi yepisyeni araba kokuyordu. Aninda bayildik, hemen fotografladik o ani.


SF'yu arabayla gezmeye devam ettik. Yaa her yeri mi guzel olur bir sehrin, ama her yeri guzeldi, neredeyse Istanbul kadar guzeldi. Pasifik kiyisini gordukten sonra yine benim, yola koyulmuyor muyuz, col gezmeyecek miyiz, daga cikmayacak miyiz seklinde tureyen sorularim karsisinda ogleden sonra 2 gibi Yosemite'ye dogru yola koyulduk, galiba sonra uyumusum.

Yosemite'ye gun batimina bir iki saat kala girdik. Bambaska bir dunya idi burasi. Daglari dik ve yuksekti. Etraftaki agaclar daglarla yarisacak uzunluk ve heybetteydi. Tirmandikca sis alcaliyordu, esrarengiz bir havasi vardi buranin. Ve kar! Yilin ilk karini 6 Ekim'de Yosemite'de gorduk. Selalerin ihtisami ile buyulendik. Havanin buz gibi olmasi bile bizi durduramadi, daha yakindan gormek, renklerin kokusunu solumak icin (yesil agac, beyaz kar, gri sis, mor dag) arabadan indik tam Bride's Veil (Gelin Duvagi) adini verdikleri dunyanin en yuksek selalesinin onunde.


Yorulmustum, daha cok gorduklerimin guzelligini sindirmeye calismaktan. Hava da kararinca gece ne yapacagimizi kararlastirmaya calisirken, gecitlerin kar dolayisiyla kapandigi haberini aldik ve rahatladik, en azindan ben, cunku aceleye gerek yoktu, bu gece buradaydik, ve Yosemite'nin tadini cikaracaktik. Hem bir iki otel ve yiyecek yer de vardi dagda, once karnimizi doyurduk, hala hatirliyorum somon burger yemistim, sanirim ustuste yedigim dorduncu balikti bu, arada yedigim "in and out" burgeri saymazsak tabii. Kocaman bir dag evi gibiydi restaurant, zaten cok sayida dagci gormustuk, kimisi havasi icin buradaydi, kimisi manzarasi, icin kimisi de spor icin, yani cidden spor icin. Hepsinin uzerinde kat kat anoraklar, bereler ve eldivenler vardi. Ama kis daha gelmesindi yaaaaa.. Nerde kalsak nasil yapsak derken, arabanin ne kadar rahat oldugunu farketmemizle, bagajda bir battaniyemizin oldugunu hatirlamamizin ayni anlara denk gelmesiyle arabada misil misil uyumaya basladik. Bu huzur dolu uyku, sanirim gece 2'ye kadar surdu. Mekin uykusunu almis, ya da kimbilir belki de benim samimiyetle ayi gormek isteyisimden, burada ayi var midir, bence kesin burada ayi vardir, aa su ayi mi, gibi sorularimin etkisiyle uyanmis, ve sonunda beni de uyandirmisti. Eee yola koyulduk, ben bir saat icinde tekrar sizmisim :) uyandigimda gunes dogmak, Mekin de uyumak uzereydi. Hemen yer degistirdik, o uyudu ben direksiyon basinda gunesi beklemeye basladim.

Yosemite'nin altindan dolanip Death Valley'e (Olum Vadisi yani, etkileyici isim degil mi, ben cocuklugumda duydugumdan, ya da belki Red Kit'te okudugumdan beri gormek istemisimdir) gidecektik. California'nin daglik, ucurumlu ve essiz manzarali yollarindan geciyor, Isabella golunun yaninda yol aliyorduk. Oyle kivrimliydi ki yol, 15 mille viraj aliyor, 30 milin uzerine cikamiyordum. Ve her viraji, Allah'im bu ne guzellik diyerek aliyordum, her kivrim yolun aciliminda yeni bir guzellik sakliydi. Gunes dogmustu, ve isiklari her yerden yansiyordu. Camlar bugulanmisti, disarisi soguk, arabanin icindeyse kalorifer haril haril calisiyordu. Manzara inanilmazdi, surekli olarak inanilmazdi hem de, oyle bir kerelik bi vaaay degildi de, surekli vay vay vay vay dedirtiyordu. Dayanamayip bir iki kere kenara cektim ve disari ciktim. Yolun sol tarafi ucurumdu, ucurumun hemen yaninda dere cagliyordu. Ayagimi sokabilir miyim diye tartiyordum, ama ne ucurumdan inmeyi, ne de o coskun dereye girmeyi gozum kesmiyordu, ustelik disarisi soguktu yav! En sonunda Isabella golune karsi fotograf almaya calisirken, Mekin uyandi.


Yolluklarimizdan atistirarak ilerliyorduk Death Valley'e dogru. Hava hissedilir derecede isinmisti. Bitki ortusu de degismisti. Benzin daha vardi. Death Valley oklarini takip ediyorduk. Hava daha da isinmaya, etraf daha da issizlasmaya basladi. Artik pek fazla trafik levhasina da rastlamiyorduk. Ama oyle guzeldi ki yol, iste diyordum ben bu manzara icin istiyordum bu geziyi, iste buydu gormek istedigim. Filmlerde gordugumu, kitaplarda okuyup hayal ettigimi, kendi gozumle goruyordum. Ucsuz bucaksiz duzdu. Goz alabildigine uzuyordu yol. Tek bir araba bile yoktu. Ya da bir insan, ne de izi insanligin. Benzin azalmaya baslamisti, telefon da cekmiyordu. Eger ileride bir kasabaya rastlamazsak, burasi gercekten de Death Valley olabilirdi, gulduk.



Bu sessizlik, issizlik, duzluk ve sicak icinde epey gittikten sonra, sonunda benzini oldugundan tam iki katina satan bir benzin istasyonuna vardik. Ve tabii ki pasa pasa parasini verip aldik. Ileride bizi Amerika'nin en alcak noktasinin bekledigini ogrendik, ve Artist's Palette (Sanatcinin Paleti) denen bir doga harikasinin. Yaa insan bu benzincide calissa ne yapar tum gun diye dusunurken tekrar yola devam ettik. Artist's Palette, koca bir dagin, gercekten bir ressamin paletine benzedigi yerdi; yesil, mor, sari, kirmizi renklerde bir doga harikasi. Benim ille de tutturdugum, colun kum tepelerinde (sand dunes) durup col havasini aldik, ciplak ayakla kumlarda yuruduk, ve son kalan nar sodamizi paylastik. Aaa bu arada, ozenerek arkadasimdan odunc aldigim fotograf makinasi da o sirada kaput. Nevada sinirini gecerken, evet net hatirliyorum cunku siniri gecerken fotograf cekmek icin durdugumuzda farketmistik, fotograf makinamiz bozuldu :( daha gezimizin ikinci gununde, hem de emanet makine, hic gelmez bize zaten... Bu olaydan az once de, yani Nevada'ya girmeden evvel, beni bir de polis cevirdi; utanmadan ve acimadan asiri hizdan ceza yazdi. Itiraz etmedim, haketmistim. Benim kullanisimla, o gun degilse, ertesi gun, mutlaka ceza alirdim. O an, hiz limitlerine uymazsam bu gezinin sonuna kadar daha cok ceza alabilecegimi anladim, ve hiz sinirlarina uymaya karar verdim; bir daha asla hiz limitinin 20 mil ustune cikmadim.

Las Vegas'a ac ve susuz vardik. Kalacak yer ayarlayip, Venetian'da acili Cin yemeginin ardindan, muze gezer gibi otel casino'lari gezmeye basladik. Gordugumuz onlarca dogal guzellikten sonra, insan yapimi, ihtisamli, cok renkli binalar enteresan gelse de, kisa sure icinde ilgincligini kaybetti, biz de iyi bir uyku icin otelimize donduk. Vegas gurultusunun ortasinda, hicbirini duymadan uyumusuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder