4 Ocak 2013 Cuma

Kaza - Aslinda Bu kez Geliyorum Dedi

Bomba gibiydim.

Enerjik..

Aktif, dinamik, heyecanlı...

Arabayı terkedip bisiklete terfi edeli iki yıl olmustu.. tamam tamam iki yil olmasına bir ay kalmıştı, ama yuvarlak hesap, iki yildir iki tekerdim işte... Üstelik, artık sadece haftada iki üç kere degil, hergün bisikletle gidiyordum işe.. Hadi gittim, dönüyordum da, otobüse binmeye gerek duymuyordum artık akşam dönüşlerde. Dedim ya, bomba gibiydim.. Eskiden oflayip pofladigim yokuşları daha bir kolay çıkıyordum. Hala yazın sıcağı ağır gelse de, soğuk vız geliyordu.. Mesela dün -3 derece olan hava sadece gülümsetmişti balaklavanin altından. Yorulmuyor, yılmıyordum; bilakis katettiğim her mesafe bana zindelik olarak geri dönüyordu. Mutluydum..

Hele bu sabah... Pırıl pırıl bir kış sabahıydı. En sevdiğim güneşli berrak havalardandi. Gördüğüm herşey şükrettiriyordu; çocugunu okula bıraktıktan sonra ardından bakan ana-babalar; sımsıkı giyinmiş, birbirlerine de sımsıkı tutunmuş yaşlı çiftler, hele de atkılarının arasından gülümseyerek selam verenler; iş tulumlarinda işçiler; işe koyulmadan önce yol üzerindeki mini-marketten alınan üzerinde henüz dumanı tüten kahveler.. Herşey, içimde çalan fransizca neşeli bir müzik eşliğinde yaşaniyordu... Hani Pleasentville diye bir film vardı, hani siyah beyaz başliyordu da film, zaman içinde karakterlerin geçirdiği değişime paralel olarak renkleniyordu.. İşte benim sabahım da gördüklerimle, gördüklerimin hissettirdikleriyle, içimde çalan müzikle, gitgide aynı o filmdeki gibi renkleniyordu.

Taaaaa ki ekran, önce acı bir fren sesi, ardından da ön dişlerimin kırılma çatırtısıyla kararana kadar...

Bu ânı kaç kere yaşadım zihnimde bugün.. Hem bu ânı, hem de bizi bu âna getiren son on-onbeş saniyeyi.. tekrar tekrar, bir daha, sonra bir daha, ve sonra defalarca başa sardım..oynattım, ileri, geri, baştan, yavaş.. oynattım durdum zihnimde... Ben mi hızlıydım, araba mı âni fırladı, yavaşlayabilir miydim, o durabilir miydi, niye daha önce frenlemedim, neden beni görmedi.. Kaç kere başa sardıysam filmi, hep aynı son: asfalta geçmiş suratım, çürümüş dizlerim ve ezilmiş el parmaklarım...aldığı darbeyle anında şişen çenem, hem de böyle bir tarafa doğru, yamrulu.. patlayan üst dudağim.. ama ya kirilan dişim! ahh kıyamam, ya o dişim... Galiba sûkünetimi, metanetimi delen bu oldu...hatırladıkça, filmin orasına geldikçe, hâlâ içimde bir yeri cızzz ettiren, o dişin kırılışı...

Neden peki? Haketmiş miydim şimdi yani bunu? Ne bileyim, çok mu sahiplenmiştim bisiklete ilgimi, çok mu öncelikti hayatımda? Ya da hırs mı olmuştu; yarış mı ediyordum hergün kendimle, bir saniye daha hızlı varmanin zaferini yaşayabilmek için? Ders miydi ya da bu bana? Ânı yaşamayi öğreneyim diye..Vaktin çocuğu olayım, acele etmeyeyim; bir saat sonraki toplantida neler konuşulacağını, ya da iki dakika sonra işyerinde alacağım sıcak duşu önceden düşünmeyeyim diye mi? Yoksa uyari miydi? Bildiğinden şaşma, için yavaşla dediğinde, onu dinlemeyi öğren.. Her bir başına gelenle ve başına gelenlere verdiğin tepkilerle, yaratilişinda içine üflenenler bak nelermiş gör, ve kendini tanı diye mi? Tanı da sev diye mi... Ama ahh neden daha yavaş değildim!..

Hâlâ başa sarıyorum filmi; değişik sonlar için.. Olmayan ön dişimin arasından fısslayarak kızıyorum hâlâ, sanırım en çok kendime.. başka kime?

Her ne kadar benim zihnimde, film, hep dişlerimin kırılmasıyla bitiyorsa da, düşününce, çok daha kötü bir son olabilirdi... Hani "alternatif son" yapıyorlar ya filmlere, benim alternatif sonlarım çok daha acı dolu olabilirdi.. Filmdeki esas kız, kendini kollarına bıraktığı esas oğlanin şefkat dolu dudaklarından, hayatının en tatlı öpücüğünü alamayabilirdi filmin sonunda.. kız, zırlarken dahi mağrur, esas oğlanin arabasına binip, elele yeni sabahlara yol alamayabilirdi..