Kafamda hergun yaziyorum, ama okunabilir kelimelere dokmem biraz zaman aliyor, ve genellikle taksitle yapabiliyorum. Tembel olabilirim. Fakat daha bu etiketi kendime ic huzuruyla yapistiramadim. Etiketlenmesi zor bir insanim. Gune, o gunun gunesli olup olmamasina, yediklerime, pirtlayan gobegime, uykuma, makyajima, dinledigim sarkilara, hissettigim yakinliklarima, yakaladigim hislere gore degisik ozelliklerim one cikabiliyor. Tembelligimi, inatciligimla yenebiliyor, inadimi anlayisla kirabiliyor, anlayisimi bencilliklerimle dengeleyebiliyorum. Hergun, tekrar tekrar yeniden, o gune en uygun ozelliklerimi bulabilmenin ve kullanabilmenin savasini veriyorum. Tamam, savas cok kuvvetli bir benzetme oldu, meydan muharabesi diyelim, ya da belki kisaca gayret.
Dedigim gibi hergun aklimda yaziyorum. Buraya da not aliyorum. California'dan Virginia'ya arabayla 9 gun suren, bir uctan bir uca Amerika gezimizi kaldigim yerden anlatmaya, kisaca, devam ediyorum.
Las Vegas'ta piril piril, gunesli ve ilik bir sabaha uyandik deliksiz bir uykudan. Kelimeleri oylesine secmedim, kastettigim gercekten de deliksiz uyku, ne bir bosluk ne de bir bolunme ya da kopma olmadan uyunan bir uyku, oyle deliksiz ki, oyle tam ki, uyaninca siz de tam oluyorsunuz.. Bir gece once arabada uyumus olmanin biraktigi hic bir iz kalmasin diye alinan sabah dusunun ardindan islak saclarimiz, tertemiz yeni giyeceklerimiz icinde otelin ayakustu barinda kahvaltimizi yaptik, hic acele etmeden. bu arada, galiba gunu en sevdigim karsilama rituellerinden biri bu. Kahvaltidan sonra zaten hic otele tasimadigimiz valizimizi duzenleyip, bundan boyle yolda sik giyeceklerimizi uste ve kolaya alip, aksam soguguna karsi giyecegimiz yunluleri de ayri bir kosede toplayip, kirlilerimizi torbaladiktan sonra, beden, ruh, sac, valiz ve arabamiz toplanmis olarak Las Vegas'tan Hoover Dam'e dogru yola ciktik.
Hoover Dam, Las Vegas'a bir iki saat mesafede bir baraj; Nevada colunde bir serinlik, kahve tonlarin ortasinda bir mavilik. Baraji gezebiliyorsun arabani parkedip, fakat biz, yolun devamini merak etmenin tezcanliligiyla ve park yeri aramaktan cok da hoslanmadigimizdan, arabayi parketmek yerine, nobetleserek gezdik, once ben arabayla turlarken Mekin yuruyerek gezdi, fotograflar cekti, sonra sofor makamina o gecti, bu kez ben gezdim, suyun mavi-yesiline bayildim, barajin heybetine hayran kaldim, bir iki fotograf da ben cektim. Ne komik ve hos ki, ikimizin cektigi fotograflar da ayni noktalardan ve benzer kadrajlarla ayni manzarayi yakalamak niyetiyle cekilmis (yakalamis diyemedim, cunku hicbir fotografimiz, gorduklerimize denk degildi). Aa bir de Hoover Dam barajinin uzerinde bir cizgiyle ayirmislar Nevada ve Arizona eyaletlerini, ustelik birer de saat koymuslar, aha buradayken saat 10, ama bu cizgiyi gecince saat artik 11 demisler. Off bu zaman kavramina zaten takigim, kime gore 10, 11 ne demek.. Neyse, Bogaz ile Avrupa ve Asya'yi ayirmis, ya da birlestirmis, cocuklar olarak cok da ehemmiyet vermedik o cizgiye, ve yolumuza Arizona yonunde devam etmeye basladik.
Arizona'dan hicbir beklentim yoktu, hedefimiz olan Grand Canyon disinda. Hatta Grand Canyon icin bile, cok abartilmis bir yarcik olabilecegine dair suphelerim vardi. Fakat Arizona dumduz bir ova gorunumunun altinda yatan 8000 feet yani neredeyse 2500 metreyi hic caktirmayisindaki vakarla gonlumu hizla fethediyordu. Dusun bir ya, 2.5 kilometre yuksektesin, ama ne bir dag var, ne bir tepe; dumduz, alabildigine. Kulaga sikici geliyor, ama inan goze degil. Niyet de, hedef de, odak da gunbatimini Grand Canyon'da seyredebilmek. Saatle yarisiyoruz, ama iste doguya dogru ilerledikce o saat dilim cizgisini geciverme riski var, o zaman hadee taaak bir saat daha ileriye gidiveriyoruz; sinir birsey, gunun boyle hizli bitmesini sevmiyorum, hem de haybeye gecen, bir cizgiyle degiseveren saatlerle. Grand Canyon oyle biryerde ki, batida arkamizda Nevada, hemen kuzeyde Utah, az sag yaparsaniz Colorado, hemen alti yani onumuz de New Mexico. Nevada'ya oyle yakiniz ki, acaba bir saat karda miyiz hala, yoksa Arizona sinirlari icindeyiz diye saatler ileri aliniyor mu hemen. Haritadan anlamaya calisiyorum, gun batimi bizim su an arabanin radyosunda gordugumuz saatin aksam 6sinde mi olacak, yoksa bizim saat henuz daha 5i gosterirken mi batacak gunes. Telefonlarimiz cekmedigi icin, ahh o pek cok alistigim internetten de bakamiyorum. Arada cektiginde de telefon bir 3 gosteriyor saat icin, bir 4. Artik, Grand Canyon bu yone, tabelalarinin belirmesiyle icim daha rahat gunbatimini burada seyredebilecegimiz icin. Hizla diger arabalari takip ediyoruz, etraf yesil cam agaclariyla dolu, ne bir yar goruyorum ne tepe, cok heyecanliyim, cok gormek istedigim, ustelik hep gormek istedigim bu meshur manzaraya yaklastikca. Fakat hicbir ipucu yok, agaclarin arasindan bir ufak kacamak goruntu yakalamak mumkun degil, umarim balon cikmaz bu kanyon manzarasi diye gecirirken, artik arabalari park edip ilk bakisi yapabilecegimiz bir cebe geliyoruz. Heyecanla arabadan firliyor, ve manzarayi ilk kez goruyor, ve tam anlamiyla buyuleniyoruz. Oyle etkileyici ki gorduklerimiz, daha da icine girmek, daha da fazlasini gormek istiyoruz. Ogreniyoruz ki, otobuslerle kanyonun icine girebiliyoruz. Otobuste elimizdeki kucucuk haritadan gunbatimi icin en uygun noktayi belirliyor, soforun kafasini sorularimizla yiyor, iner inmez kosuyoruz, cidden. Hani cocuklar gibi, biz mesela Oguzhan'la arabadan iner inmez kosardik, niye bilmem.. Manzarayi anlatmam mumkun degil, maalesef gostermem de, cunku fotograf makinasi "kaput", telefonla cekiyoruz fotograflari, kalite malum; hatiradir diye cekiyoruz. Oyle guzel ki gorduklerim ve icimde uyandirdiklari, gunesin kizilligi gozden kaybolurken gozlerim nemleniyor.. Hava iyice kararana, gozlerimiz hicbirsey gormeyene dek, orada kaliyoruz. Sonra nerede ne yedik hic hatirlamiyorum ama Flagstaff'den gecisimizi, ve Winslow adinda tren yolu ve Route66 nin icinden gectigi bir kucuk kasabada geceledik. Kaldigimiz motelin sahibine deginmezsem haksizlik olur, motelin girisindeki kucuk lobiye bir kanepe bir de televizyon koymus, yaninda findik fistigi, uzerinde pijamalariyla, kablolu yayinda masa tenisi maci seyreden, az biraz bilge, az biraz kacik, iyi dilekle karisik kehanetlerde bulunan bir Hintli adam. Ertesi sabah yola cikarken rastladigimizda, bir de fotografini cekiyoruz.
Gunlerden Pazar, yine piril piril bir sabah, Winslow'dan cikmadan once Route66 uzerinde hatira fotografi cektiriyoruz. Hediyelik esya satan dukkanin sahibi tombul bir kadindan, kahvalti mekanlari icin tavsiye aliyoruz. Ve tum gezinin en lezzetli ve en buyuk kahvaltisini El Falcone adindaki bir yerel lokantada yapiyoruz, tabelada, dunyaca meshur, diye yaziyor; bu kucuk dunya bakisina gulumsuyoruz. Topladigimiz brosurlerde, Arizona-Utah sinirinda Monument Valley diye bilinen bir kizilderili bolgesi oldugunu okuyoruz, fotograflara bakilirsa Amerika-bati-Western diye gormek istedigimiz yer burasi. Ve Monument Valley'e dogru yola koyuluyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder