1 Ekim 2011 Cumartesi

Virginia'dan California'ya

Sabah 4'te uyandim; kolaycacik. Diger sabahlarda olasi "yaaa bes dakka dahaaa.." yalvarmalari olmadan. Hani denir ya, zink diye, aynen oyle. Cunkuuuuu bugun yola ciktik.

Valiz geceden hazirdi, yani uyandigimda hala agzi acik bana bakiyordu "son verecegin birseyler varsa, hadi" dercesine. Dislerimi fircalayip, her yolculukta oldugu gibi fircalara uygun bir naylon poset bulmakta zorlanip, ancak firca kismini icine alan, saplarini sap gibi disarda birakan minik seffaf "ziplock" posetlerine (fermuar-kilit manasina gelen bu marka isim, minik agzi hava gecirmeyecek sekilde kapatilabilen posetler uretiyor) koyup, valizin yanlarda kalan bosluguna guzelce yerlestirdim. Geceden hazirladigim giyeceklerimi uzerime gecirirken makyajimi yaptim. Saat sabahin kaci olursa olsun sanirim hic makyajsiz ciktigim olmadi. Dusunuyorum, Allah korusun, bir acil durum olsa, ne bileyim yangin mesela, "bi saniye, gozume kalem cekip atliyorum hemen camdan" gibi bir cumle sarfetmem cok olasi saskin itfaiye bakislari karsisinda.

Taksinin gelmesine on dakika kala, bir yandan giyiniyor bir yandan evde kalan yiyecek ne varsa tuketmeye ictigimizin andimizin geregi bagel (yani Amerikan susamsiz simiti) arasina cevizli-balli-krem-peynir ve domatesli sandvicimi yerken, para verseler, dislerimi tekrar fircalamayacagimi dusunuyordum.

Veee hazirdik! mi? Unutmadik di mi birsey? Hani bazen oyle sabirsizsindir ki onemli de degildir unuttuklarin. Mesela ben uzun suren sinavlarin sonunda hep boyle hissederim. Hic onemi yoktur gecip gecmeyecegimin, atladigim soru var midir, kaydirmis olabilir miyim cevaplari... Yaptim iste; "neyse halim, ciksin falim" misali, bir an once kagidi verip cikmak isterim. Iste bu sabah da benzer hisler icinde, ne unuttuysak unuttuk, bir an once ucagimiza binelim deyip kapiyi besmeleyle kilitledik.

Herkesin hala yataginda misil misil uyudugu saatlerde, daha karanlik ve sessizken sokaklar, yagmurun islattigi yollarda havaalanina dogru ilerlemeye basladik. Hunter Mill'den parali yola cikacagimiz icin, o sevdigim arka yollari bu erken saatlerde gorme firsatiyla, gozum yolda, geyik ve tilkilerin yola atlayabilme ihtimaline karsi uyanikligim da artmaktaydi.

Havaalani da sokaklar gibi bombostu. Havaalanlarinda birseyler yemeyi de cok severim ben. Hic birsey olmasa kahve icmeyi en azindan... Bu erken saatlerin tek dezavantaji da buydu sanirim: hicbir dukkan acik degildi. Ehh zaten son ictigim cay latte'yle davul olmus karnimla da zaten birsey yiyip icmeyeydim artik! Cay latte dedigim, bildigin sutlu cay aslinda ama, Starbucks'ta satilinca adi bu oluyor. Icinde tarcin, karabiber, zencefil ve adini hatirlayamadigim, oha bu da mi varmis dedigim bir iki baharat daha var. Evdeki hersey bitecek ya, bu cay latte de kalacak degildi... Kocaman bir bardak, yok yok kupa, hatta masrapaya koyup, tum yol boyunca uzerime, yani yeni hirkama dokmemeye calisarak, hupleterek icmis, havaalanina midem catlamaya hazir bir vaziyette varmistim.

Su an inis icin alcaliyoruz San Francisco'ya. Ucagin kucuk camindan gordugum kadariyla farkli bir bitki ortusu var burada. Artik bir de pilotuz ya, ucagin dokuz numarali radyo kanalindan, pilot ile kule va hava trafik arasindaki konusmalari dinliyoruz, ustelik bazen begenmiyor, pilotu elestiriyoruz da; gercekten bazen cok sekeriz... Seker deyince, ucakta seker hastasi yolculardan birisi bayildi, hepimiz ciddi bir durum olmamasi icin dua ettik. Bu telas, yemek servisinin bize gelmesine uc sira kala durmasina sebep oldu, tum hostesler bayilan yolcu icin seferber oldu. Mekin'le yarim saat boyunca hangi menuyu alacagimiz konusundaki derin konusmalarimiz da boylece sadece gulumseme sebebi oldular ki aslinda iyi oldu dedim icimden, bu davul karnimla aslinda gercekten hicbirsey yiyecek halim de yerim de yoktu. Zaten ne olursa hep iyi oluyordu, bize hic oyle gelmese de, hatta hele hic oyle gelmedigi zamanlarda ozellikle...

Simdi biraz disariyi seyredecegim. Cok heyecanli oldugumu soylemis miydim?!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder